Bugünlerde genel hatlarıyla Avrupa’yı yine konuşmaya başladık. Avrupa’daki arttan yabancı karşıtlığı ve son Avrupa Parlamentosu Seçimlerinde aşırı sağın yükselişi ile Avrupa’daki siyasi durum da yine gündemimizde. Avrupa’nın ürettiği değerler, yaşadığı ekonomik ve kültürel meseleler zaten hep revaçta. Bugün sizlere Avrupa’nın mitolojik hikâyesini kabaca anlatmak istiyorum.
Mitoloji, hayal gücü ve tabiatın ciddi bir münasebetini içerir. İnsanlar tabiatüstü varlıklarda kendilerine benzer yüzler ve huylar olduğunu tahayyül ederler ama bu varlıklar kendilerinden çok daha güçlü ve ölümsüzdürler. Zeus, Yunan Mitolojisi’nde tanrıların babasıdır. Ortalama bir Yunan erkeğinin düşlediği gibi çok üstün yeteneklere sahip, güçlü kuvvetli, çapkınlık konusunda ün yapmış ve istediği her kadını elde etmenin yolunu bilen bir tanrıdır. Zeus bu tür çapkınlık operasyonlarında da karısı Hera’ya yakalanmamaya özen gösterir ve bu yüzünden çeşitli kılıklara girerek Hera’yı işkillendirmemeye gayret eder.
Günlerden bir gün, göklerdeki azametli sarayında, TV dizilerinin özetlerinden sıkılıp yeryüzünü izlemeyi tercih eden Zeus, ilkbaharla birlikte doğanın yeniden canlanışını büyük bir keyifle seyrediyordu. Bir anda izlediği manzarada bir şey dikkatini çekmeyi başarmıştı. Zeus, bugünkü Beyrut’un güneybatısındaki Tyros şehrinin kumsalında, elinde çiçek sepetiyle arkadaşlarıyla oynayan şirinlik muskası, güzeller güzeli Europa’yı fark etmişti. Europa, Denizler Tanrısı Poseidon’un oğullarından, Kral Agenor’un kızıydı. Kumsalda olacaklardan habersiz arkadaşlarıyla dans eden Europa, biraz ötede ateş yakıp Akdeniz Akşamları’nı söyleyen grubun bir anda ortadan kaybolmasıyla tuhaf şeylerin olacağını sezmiş gibiydi. Zeus, bembeyaz, ipek tüylü, azametli bir boğaya dönüşmüştü. Oyun oynayan kızların bulunduğu yere yaklaştı ve bekledi. Boğa, Europa’nın ilgisini çekmeyi başarmıştı. Diğer kızlar arkalarına bile bakmadan kaçmışlardı, Europa ise merakına yenik düşmüştü. Yavaş yavaş boğaya yaklaşıyordu. Boğa da kızın ürkmesini önlemek için uysal tavırlar sergiliyordu. Europa’yı uzaktan izleyen diğer kızlar “ah zavallı Europa, ah saftirik kız kaç oradan” diye söyleniyorlardı. Europa, karşısında duran boğanın alelade bir yaratık olmadığını anlamıştı. Hayvanın bakışları onun sıradan bir boğa olmadığını ortaya koyuyordu. Europa yavaşça boğaya sokuldu, parlak ve yumuşak tüylerini hafifçe okşamaya başladı. Boğa, elmastan yontulmuş boynuzları, masmavi gözleriyle kızın gönlünü adeta fethetmişti. Hafifçe başını göğsüne yaslayan boğanın boynunu okşayan kız, üzerine binmesi için eğildiğindeyse onu geri çevirmedi. Boğa, kız üzerinde olduğu halde ufak daireler çizerek yürüyordu. Diğer kızlar da saklandıkları yerden çıkıp, onlar da bu keyfe ortak olmak istediler. Bir müddet boğanın peşinde koşuşturan kızlar, Europa’ya “kız dur biz de binelim bir tur” diye dil döktülerse de muratlarına eremediler zira bu durumdan boğa hiç hoşlanmamıştı… Arkasını dönen boğa hızla denize yöneldi, sırtında duran saf ve güzel Europa’nınsa hala bir elinde çiçek sepeti vardı. Boğa gözden kaybolmuştu, arkadaşlarının bu Europa’yı son görüşleri oldu. Velhasıl boğa Akdeniz’i aştı ve Girit adasına çıktı. Kral Agenor, kızını bulmaları için oğullarını dünyanın dört bir yanına saldı ama bir daha kızlarını görmeleri mümkün olmadı. Zeus, adaya çıktıklarında bu kez bir kartala dönüştü ve büyük kanatlarını ürkmüş kızın üzerine doğru gerdi. Bundan sonrasında “senin de hoşuna gidecek” deyip Europa'ya tecavüz mü etti yoksa gönül rızasıyla ilişkiye mi girdiler, rivayet muhtelif… Ama nihayetinde üç çocukları oldu. Velhasıl Avrupa Kıt'asının aşağı yukarı oluşum öyküsü işte böyle… Yine de bana soracak olursanız, hikayede Zeus, Europa'ya tecavüz etmiş olmalı zira Kıta Avrupa'sındaki emperyalistlerin uzun yıllar kara kıtaya ve Ortadoğu’ya ettiklerinin adı da tecavüzden başka bir şey değil.