BÖLÜM
1:
Elimi Bağlayan Bir Şey Var…
Bir Nisan gecesi…
Hava o kadar bozmuştu ki, hafif serpiştiren yağmur
şiddetlenmiş, rüzgâr son sürat esmeye başlamıştı. Sokaklar boşalmış, evlerine
çekilen insanlar dışarıdan gelen uğultularla ürperiyorlardı. Binaların su borularından
oluk oluk sular akıyordu. Taşan yağmur
sularının yerinden oynattığı rögar kapaklarına bakanlar, sanki bir canavarın
yukarıya çıkmak için kapağı zorladığını düşünebilirdi. Rüzgâr girdiği her delikte başka notaya
basarak çaldığı ıslık, adeta korku yayan bir melodiye dönüşüyordu.
Bu sırada gökyüzünde tanımlanamayan bir cisim hızla yere
doğru iniyordu. Bu tanımlanamayan cisim, dünyamıza çok uzak bir galakside
bulunan yeşil bir gezegenden geliyordu. İçinde ise bu yeşil gezegene ait,
gelişmiş bir zekâya sahip bir canlı vardı. İki ayakları üzerinde duran, turuncu
renkli, zeki bu canlı türünün adı “Pufy”iydi, bu pufynin özel adı ise, Filoo
Bal Rom’du. Dostları ona kısaca Bal derdi.
Bal içinde bulunduğu aracın hâkimiyetini yitirmiş, içeride
araçla birlikte sağa sola savrulmaktaydı. Daha önce hiç Rolt 878 kullanmamıştı,
bu araç uzun mesafeler için tasarlanmış, komplike bir araçtı. O genelde daha
yakın gezegenlere seyahat etmek için kullandıkları Rolt 700’e alışmıştı. Bal
epey gergindi, aracın kontrol panelinde hiç bilmediği bazı tuşlar vardı,
bunları sırayla deneyip, aralarından birinin hayatını kurtarmasını bekliyordu:
-Hımm, acaba şu yeşil
düğme tam olarak ne işe yarıyor, peki ya şu kırmızı? Kullanma kılavuzunda ani
düşüşler için bir bölüm vardı ve yumuşak bir iniş için bazı adımlardan bahsediyordu.
Neydi, neydi onlar? Hımm bir dakika, kırmızı düğme acil durum modunu açıyordu,
sonra yeşil düğmeyle birlikte, şuradaki kolu yukarı kaldırıp hızımızı
düşüyorduk ve ardından kahverengi tuşa basııı…
Çok uzak bir galaksiden, dünyaya gelen bu garip uzay aracı,
bir dağın tepesine düşmüştü…
Üç gün sonra…
Konya’da şehirlerarası otobüs terminalinin yakınlarında bir
evde, bir adam, bilgisayarını kapatıp
yatağına doğru gidiyordu. Gün ışımak üzereydi ve adam bir gece boyunca izlediği
dizinin 2. Sezonunu bitirmiş olmanın haklı gururuyla başını yastığa koyuyordu.
Adamın yüzünde sersem bir gülümseme vardı. Yorganına iyice büründü, bütün vücudunu sarmış
vaziyette. Dışarıda sadece kafası kalmış durumda; bu, bıyıkları ve çenesinin altında
bir tutam sakalı olan yüzü görenler uykunun mutlulukla kesin bir ilgilisi
olduğuna kanaat getirirlerdi. Sıcak bir uyku vücudunu kapladığı sırada, yatağının içinde kendisinden başka bir canlının
daha olduğunu, sağ ayak başparmağının ufak bir dil tarafından yalanması
suretiyle anlıyordu. Adam üzerindeki yorganı panikle fırlatıp, sıçradı. Açılan
yorganla ifşa olan ufak tüylü bir canlı, iki eliyle yüzünü kapattı. Adam korkudan
eline aldığı yastıkla kendini siper etti.
İlk şokun etkisini attıktan sonra, elindeki yastıkla, yavaşça bu ufak
tüylü şeye yaklaşmaya başladı.
-Sen nereden geldin
buraya, nesin sen, köstebek misin ha, kirpi misin nesin arkadaaaş!?
- Sincap!
-Neeeüy?
-Sincaaap (Tek elini gözünden çekip adama bakar)
-Laaaaaan! Bismillahirrahmanirrahim.
Allah’ım n’oluyor, kafayı mı yedim yoksa!? Delirdim iyice, kafayı yedim galiba.
O son bölümü izlemeyecektim. Sen nasıl konuşuyorsun be?
-Sakin ol lütfen, korkutuyorsun beni
-Asıl sen beni korkutuyorsun be, manyak. Allah’ım rüya mı görüyorum,
neler oluyor, sen aklımı koru!
Adam odanın içinde şaşkın şaşkın
gezinmekteydi, anlamsız hareketler yaparak içinde bulunduğu bu tuhaf durumu
sorgulamaya başlamıştı. Neler oluyordu, şuan uykuda mı yoksa uyanık mıydı?
Konuşan bir sincap başka neler yapabilirdi? Odanın içinde turlamaya devam etti,
aniden durup sincaba bakıyor ve sonra odanın içinde turlanmaya devam ediyordu.
Sincap da şaşkın halde onu izliyordu. Bir süre daha gezinen adam emin adımlarla
sincaba yaklaştı ve tane tane konuştu:
-Az evvel benimle konuştun mu gerçekten?
-Evet
-Vay canınaaaa. Sen bir tür robot falan mısın dostum?
-Hayır
-Çıldıracağım Allah’ım. Sen kimsin ve burada tam olarak ne yapıyorsun?
-Sakin olursan anlatacağım. Bak ben buraya bir görevi yerine getirmek
için geldim.
Adam kendini tutamaz ve kahkahayı
basar.
-Hahahaha, görev mi? Hahahahahaha, tipe bak. Görev mi? Hahahaha
-Kaba bir adamsın
-Öhöm, özür dilerim. Yalnızca şaşkınım. Eğer sen benim zihnimde
oluşturduğum bir şeysen sanırım kafayı yedim. Ki bu da çok muhtemel, zira şu
sıralar sabaha kadar film ve dizi izliyorum, onların etkisi olabilir. Yok, eğer
karşımda duran sen gerçekten var isen işte bu olağanüstü bir şey adamım ve bir
o kadar saçma. Gerçekten çok saçma, hahahahaha. Öhömmm, görevin neymiş bakalım?
-Görevim komik çocuk, dünyanıza düşen bir uzay aracını bulmak.
-Dünyanız derken? Sen uzaylı bir sincap mısın?
-Dünyalı sincaplar konuşabiliyor mu?
-Bilmem, anlamaya çalışıyorum. Sen şimdi nereden geldin?
-Ben Nemf isimli bir gezegenden geliyorum. Aslında bizim orada da
sincaplar konuşamazlar zira bizim orada sincap yok. Ben özel görevim nedeniyle
bu haldeyim.
-Görev, görev, görev! Nereye düşmüş bu uzay aracı bakalım?
- Takkeli Dağ adlı bir yere.
-Hımm. Eee niye buradasın ve neden benim ayağımı yalıyorsun?
-Bu Takkeli Dağ denilen yere tek başıma çıkamam, bana sen yardımcı
olacaksın.
-Yeak yaaa. Niyeymiş o?
- Çünkü yaptığım araştırmaya göre bunun için ideal birisin. Ayrıca
vücut değerlerinde buna gayet uygun
-Nasıl be, ne araştırması?
-İyi biri olduğunu düşünüyorum, dışarıya verdiğin enerjiyi rahatlıkla
alabiliyorum. Yardımsever birisin. Ayrıca vücut değerlerini ölçmek için ayak
başparmağını biraz ıslatmam gerekti.
-iğrençsin!
-Sen de komik birisin!
-Hııı şapşal
-O çenenin altındaki tuhaf şey de ne?
Çok gülünç!
-Bu bir kere senin anlayabileceğin bir şey değil, ayrıca konuşan bir
sincaba göre fazla özgüven sahibisin.
-Neyse fazla vaktimiz yok hadi, bir an önce işe koyulalım.
-Hahaha oldu, sana iyi çalışmalar.
Adam yatağına girer. Sincap da
adamın üzerine çıkar ve yüzüne doğru yaklaşır.
-Hey hadi kalk. Yardıma ihtiyacım var.
- Takkeli Dağ’a niye tek başına gidemiyorsun ki? Sana dağı
gösterebilirim ama şimdi uyuyacağım. Daha sonra…
-Olmaz birlikte gitmeliyiz. Çünkü benim tek başıma oraya gitmem mümkün
değil.
Sincap üzgün bir ifadeyle adama
bakar, dudaklarını büzer ve “lütfen sen olmazsan başaramam, yardım et
bana” der. Adam:
-Bana bak adın ne senin?
-Mohho
-Bak Moho
-Moho değil Mohho
-Peki, bak Mohho, benim bi sürü işim gücüm var, sana yardım etmeyi çok
isterdim. Hem seni çok iyi tanımıyorum. Ayrıca bak Takkeli Dağ’a falan ben
hayatta çıkamam, hadi çıktım diyelim hayatta inemem, onun içün sen başka birini
bul. Hem sen daha iyisini bulursun bence. Tamam mı?
-Peki, ben de sana o kız konusunda yardımcı olmayı teklif edecektim.
Neyse, çok sağol.
Adam aniden irkilir ve yatağında
doğrulur.
-Hangi kız?
-O kız işte, şu son zamanlarda yakından ilgilendiğin, masallar
anlattığın. Yeşil gözlü, sevimli kız…
Adam bir müddet sessiz kalır, Mohho sorar:
-Yardım edecek misin?
- Tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ama elimi bağlayan bir şey var,
sanırım sana yardım edeceğim…
Adamın gözlerinin önüne birden o
güzel yüz canlanır, yemyeşil gözleri ile ona bakıp, gülümser. O sırada odanın içinde adamın 07.00’ye
kurulmuş telefonunun alarm çalar: Marc Almond ve Gene Pitney birlikte
söylüyorlardır: Something`s Gotten Hold Of My Heart…