16 Nisan 2016 Cumartesi

Uzay Sincapları ve Aşk (Fantastik Kurgu Denemesi)

                                               BÖLÜM 1:
                                   Elimi Bağlayan Bir Şey Var…
Bir Nisan gecesi…
Hava o kadar bozmuştu ki, hafif serpiştiren yağmur şiddetlenmiş, rüzgâr son sürat esmeye başlamıştı. Sokaklar boşalmış, evlerine çekilen insanlar dışarıdan gelen uğultularla ürperiyorlardı. Binaların su borularından oluk oluk sular akıyordu.  Taşan yağmur sularının yerinden oynattığı rögar kapaklarına bakanlar, sanki bir canavarın yukarıya çıkmak için kapağı zorladığını düşünebilirdi.  Rüzgâr girdiği her delikte başka notaya basarak çaldığı ıslık, adeta korku yayan bir melodiye dönüşüyordu.
Bu sırada gökyüzünde tanımlanamayan bir cisim hızla yere doğru iniyordu. Bu tanımlanamayan cisim, dünyamıza çok uzak bir galakside bulunan yeşil bir gezegenden geliyordu. İçinde ise bu yeşil gezegene ait, gelişmiş bir zekâya sahip bir canlı vardı. İki ayakları üzerinde duran, turuncu renkli, zeki bu canlı türünün adı “Pufy”iydi, bu pufynin özel adı ise, Filoo Bal Rom’du. Dostları ona kısaca Bal derdi.
Bal içinde bulunduğu aracın hâkimiyetini yitirmiş, içeride araçla birlikte sağa sola savrulmaktaydı. Daha önce hiç Rolt 878 kullanmamıştı, bu araç uzun mesafeler için tasarlanmış, komplike bir araçtı. O genelde daha yakın gezegenlere seyahat etmek için kullandıkları Rolt 700’e alışmıştı. Bal epey gergindi, aracın kontrol panelinde hiç bilmediği bazı tuşlar vardı, bunları sırayla deneyip, aralarından birinin hayatını kurtarmasını bekliyordu:
-Hımm, acaba şu yeşil düğme tam olarak ne işe yarıyor, peki ya şu kırmızı? Kullanma kılavuzunda ani düşüşler için bir bölüm vardı ve yumuşak bir iniş için bazı adımlardan bahsediyordu. Neydi, neydi onlar? Hımm bir dakika, kırmızı düğme acil durum modunu açıyordu, sonra yeşil düğmeyle birlikte, şuradaki kolu yukarı kaldırıp hızımızı düşüyorduk ve ardından kahverengi tuşa basııı… 
Çok uzak bir galaksiden, dünyaya gelen bu garip uzay aracı, bir dağın tepesine düşmüştü…













Üç gün sonra…
Konya’da şehirlerarası otobüs terminalinin yakınlarında bir evde, bir adam,  bilgisayarını kapatıp yatağına doğru gidiyordu. Gün ışımak üzereydi ve adam bir gece boyunca izlediği dizinin 2. Sezonunu bitirmiş olmanın haklı gururuyla başını yastığa koyuyordu. Adamın yüzünde sersem bir gülümseme vardı.  Yorganına iyice büründü, bütün vücudunu sarmış vaziyette. Dışarıda sadece kafası kalmış durumda; bu, bıyıkları ve çenesinin altında bir tutam sakalı olan yüzü görenler uykunun mutlulukla kesin bir ilgilisi olduğuna kanaat getirirlerdi. Sıcak bir uyku vücudunu kapladığı sırada,  yatağının içinde kendisinden başka bir canlının daha olduğunu, sağ ayak başparmağının ufak bir dil tarafından yalanması suretiyle anlıyordu. Adam üzerindeki yorganı panikle fırlatıp, sıçradı. Açılan yorganla ifşa olan ufak tüylü bir canlı, iki eliyle yüzünü kapattı. Adam korkudan eline aldığı yastıkla kendini siper etti.  İlk şokun etkisini attıktan sonra, elindeki yastıkla, yavaşça bu ufak tüylü şeye yaklaşmaya başladı.
-Sen nereden geldin buraya, nesin sen, köstebek misin ha, kirpi misin nesin arkadaaaş!?
- Sincap!
-Neeeüy?
-Sincaaap (Tek elini gözünden çekip adama bakar)
 -Laaaaaan! Bismillahirrahmanirrahim. Allah’ım n’oluyor, kafayı mı yedim yoksa!? Delirdim iyice, kafayı yedim galiba. O son bölümü izlemeyecektim. Sen nasıl konuşuyorsun be?
-Sakin ol lütfen, korkutuyorsun beni
-Asıl sen beni korkutuyorsun be, manyak. Allah’ım rüya mı görüyorum, neler oluyor, sen aklımı koru!
Adam odanın içinde şaşkın şaşkın gezinmekteydi, anlamsız hareketler yaparak içinde bulunduğu bu tuhaf durumu sorgulamaya başlamıştı. Neler oluyordu, şuan uykuda mı yoksa uyanık mıydı? Konuşan bir sincap başka neler yapabilirdi? Odanın içinde turlamaya devam etti, aniden durup sincaba bakıyor ve sonra odanın içinde turlanmaya devam ediyordu. Sincap da şaşkın halde onu izliyordu. Bir süre daha gezinen adam emin adımlarla sincaba yaklaştı ve tane tane konuştu:
-Az evvel benimle konuştun mu gerçekten?
-Evet
-Vay canınaaaa. Sen bir tür robot falan mısın dostum?
-Hayır
-Çıldıracağım Allah’ım. Sen kimsin ve burada tam olarak ne yapıyorsun?
-Sakin olursan anlatacağım. Bak ben buraya bir görevi yerine getirmek için geldim.
Adam kendini tutamaz ve kahkahayı basar.
-Hahahaha, görev mi? Hahahahahaha, tipe bak. Görev mi? Hahahaha
-Kaba bir adamsın
-Öhöm, özür dilerim. Yalnızca şaşkınım. Eğer sen benim zihnimde oluşturduğum bir şeysen sanırım kafayı yedim. Ki bu da çok muhtemel, zira şu sıralar sabaha kadar film ve dizi izliyorum, onların etkisi olabilir. Yok, eğer karşımda duran sen gerçekten var isen işte bu olağanüstü bir şey adamım ve bir o kadar saçma. Gerçekten çok saçma, hahahahaha. Öhömmm, görevin neymiş bakalım?
-Görevim komik çocuk, dünyanıza düşen bir uzay aracını bulmak.
-Dünyanız derken? Sen uzaylı bir sincap mısın?
-Dünyalı sincaplar konuşabiliyor mu?
-Bilmem, anlamaya çalışıyorum. Sen şimdi nereden geldin?
-Ben Nemf isimli bir gezegenden geliyorum. Aslında bizim orada da sincaplar konuşamazlar zira bizim orada sincap yok. Ben özel görevim nedeniyle bu haldeyim.
-Görev, görev, görev! Nereye düşmüş bu uzay aracı bakalım?
- Takkeli Dağ adlı bir yere.
-Hımm. Eee niye buradasın ve neden benim ayağımı yalıyorsun?
-Bu Takkeli Dağ denilen yere tek başıma çıkamam, bana sen yardımcı olacaksın.
-Yeak yaaa. Niyeymiş o?
- Çünkü yaptığım araştırmaya göre bunun için ideal birisin. Ayrıca vücut değerlerinde buna gayet uygun
-Nasıl be, ne araştırması?
-İyi biri olduğunu düşünüyorum, dışarıya verdiğin enerjiyi rahatlıkla alabiliyorum. Yardımsever birisin. Ayrıca vücut değerlerini ölçmek için ayak başparmağını biraz ıslatmam gerekti.
-iğrençsin!
-Sen de komik birisin!
-Hııı şapşal
-O çenenin altındaki tuhaf şey de ne?  Çok gülünç!
-Bu bir kere senin anlayabileceğin bir şey değil, ayrıca konuşan bir sincaba göre fazla özgüven sahibisin.
-Neyse fazla vaktimiz yok hadi, bir an önce işe koyulalım.
-Hahaha oldu, sana iyi çalışmalar.
Adam yatağına girer. Sincap da adamın üzerine çıkar ve yüzüne doğru yaklaşır.
-Hey hadi kalk. Yardıma ihtiyacım var.
- Takkeli Dağ’a niye tek başına gidemiyorsun ki? Sana dağı gösterebilirim ama şimdi uyuyacağım. Daha sonra…
-Olmaz birlikte gitmeliyiz. Çünkü benim tek başıma oraya gitmem mümkün değil.
Sincap üzgün bir ifadeyle adama bakar, dudaklarını büzer ve  “lütfen sen olmazsan başaramam, yardım et bana” der. Adam:
-Bana bak adın ne senin?
-Mohho
-Bak Moho
-Moho değil Mohho
-Peki, bak Mohho, benim bi sürü işim gücüm var, sana yardım etmeyi çok isterdim. Hem seni çok iyi tanımıyorum. Ayrıca bak Takkeli Dağ’a falan ben hayatta çıkamam, hadi çıktım diyelim hayatta inemem, onun içün sen başka birini bul. Hem sen daha iyisini bulursun bence. Tamam mı?
-Peki, ben de sana o kız konusunda yardımcı olmayı teklif edecektim. Neyse, çok sağol.
Adam aniden irkilir ve yatağında doğrulur.
-Hangi kız?
-O kız işte, şu son zamanlarda yakından ilgilendiğin, masallar anlattığın. Yeşil gözlü, sevimli kız… 
Adam bir müddet sessiz kalır, Mohho sorar:
-Yardım edecek misin?
- Tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ama elimi bağlayan bir şey var, sanırım sana yardım edeceğim…
Adamın gözlerinin önüne birden o güzel yüz canlanır, yemyeşil gözleri ile ona bakıp, gülümser.  O sırada odanın içinde adamın 07.00’ye kurulmuş telefonunun alarm çalar: Marc Almond ve Gene Pitney birlikte söylüyorlardır: Something`s Gotten Hold Of My Heart…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder