Malofisspor'un Umut Vadeden Yeteneği
Hafif yağışlı bir akşam, Malofisspor olarak tam kadro kötü ışıklandırılmış İzmit’teki Eski Stadın toprak zemininde idmanımızı yapıyorduk. Sahanın bir bölümde oyuncularla yuvarlak olmuş, açma germe hareketleri yaparken, takımın hem başkanı hem hocası, hem abisi ve hem de yeteneksiz forvetimizin babası olan Hüseyin Hoca bana bakıp, “hadi hadi, en iyi senin yapman lazım bunları” dedi. Daha hiç ilk on birde sahaya çıkmamış, hatta oyuna sonradan da öyle pek girmemiş, tribünde değil de yedek kulübesindeyse haline şükretmiş biri olarak açma germe hareketlerini niye en iyi benim yapmam gerektiğini anlamamıştım. Kafa mı buluyor acaba diye iyice bir süzdüm hocayı, gayet ciddi duruyordu. Allah’ım ne saçma bir şey bu, cevap vereyim diye de suratıma dikkatle bakıyordu. Ne diyem ben sana şimdi hoca efendi, açma germe konusunda niye bu kadar büyük beklentiye girdin acaba? Alt tarafı spordan önce ya da sonra birkaç saçma sapan hareketle vücudu esnetiyorsun. Biri gelip beni “ooo bunu en iyi Murat yapar, kaslarını öyle bir esnetir, vücudunun elastikliğini öyle artırır ki inanamazsın, onu açma germe yaparken izlemek insana haz verir” diyerek övse ağzını burnunu kırardım onun. Düşününce bile sinirlendim, piiis, lafa bak hele…
Hoca suratıma ısrarla bakmayı sürdürünce istemsizce: “niye ki hocam?” diye sordum. Şaşırarak sordu: “e ilerde sen de öğreteceksin bu hareketleri çocuklara” dedi. Allah’ım giderek Badi Ekrem ve İnek Şaban’a dönüşüyorduk. “Hangi çocuklara efenim?” diye sordum. Suratındaki şaşkınlığı adam akıllı süzeyim diye dikkatle bakıyordum, şaşkınlıkla birlikte başka detaylarda keşfettim yüzünde, misal susak ağızlı oğlu gibi onun da gözler hafif şehlaydı. Etrafına sanki birini arıyormuşçasına hızla bakındı ve bana dönüp: “Sen BESYÖ’de okumuyor musun?” diye sordu. Te Allah’ım ya, kiminle karıştırıyordu beni bu adam. Acaba ilk 11’e giremememin sebeplerinden biri de bu muydu? Beni takıma aldığını sanıp BESYÖ’de okuyan lavuğu mu oynatıyordu? Tribünde olduğum zamanlarda sorun yok ama yedek kulübesindeyken beni kim olarak algılıyordu? Hafif sinirle: “yok hocam ya ne BESYÖ’SÜ” dedim. Boynunda asılı düdüğünü ağzına götürüp bir iki kez çalıp “tempo, tempo” deyip bağırdıktan sonra bana dönüp “Allah Allah öyle mi ya?” dedi. Bedenen oradaydım ama ruhen takımdan ayrı düz koşu yapıyordum. Ben ki her idmana şevkle geliyor; takım kenetlendi, galibiyet yemeni etti, Murat yılmıyor her idman üzerine koyuyor, Murat’la takım arkadaşı Enes buluştu kahkahalar havada uçuştu diye içimden spor ve magazin gündemi sunarken ağzını kırdığımın hocasının yaptığına bak.
İdmanı çift kale maçla bitirip soyunma odamızın da bulunduğu kulüp binasına doğru yürümeye başladık. DMO'nun mal deposunun bulunduğu yerden köhne kulüp binamıza doğru yürüdük. Ter ve rubetin birleşip ortaya çıkardığı kokuyla kendimizden geçtiğimiz soyunma odamızda hocanın susak ağızlı oğlu ve diğer takım arkadaşları ile kıyafetlerimizi çıkarıyor, bir yandan da hafta sonu oynacağımız 2. amatör küme maçının kritiğini yapıyorduk. Sıcak suyun aktığı iki odamız vardı ve çeşmesinin duş başlığı yoktu. Ucuna bağladıkları hortumla yıkanıyorlardı ve tabii hortum olunca ister istemez sulu şakaların önü alınamıyordu. Ben bu duş kuyruğuna hiç takılmadan üzerimi değiştirir, terli terli evin yolunu tutardım hep. O günde erken çıkıp, karanlık mal deposunun arasından geçerken, iki gün sonra oynayacağımız maçı düşündüm. "Mental ve kondisyon açısından maça hazır hissediyorum, hocamız görev verirse elimden geleni sahaya koyacağımdan kimsenin şüphesi olmasın" diyordum basına verdiğim hayali demeçte. Karanlık mal deposunu geride bırakıp, Seka Camii'nin uzakta yanan ışıklarına doğru yürürken, yakınlardan havaya sıkılan iki el "hav sesi" duydum. Ananı avradını iki köpek bana doğru geliyordu, önce hızlı adımlarla yürüdüm, köpekler koşmaya başlayınca deparı bastım. Yaptığım idmanların hakkını veriyordum, ardıma bakmadan koşuyor, önüme çıkan karartıların üstünden atlıyordum. Bereket köpekler epey geride kalmıştı. Zaten ilgilerini çöpün kenarında hareket eden bir kutu çekmişti. Seka Camii'nin yanındaki üst geçide yaklaşınca tekrar hafta sonu oynayacağımız maçı düşündüm. Üst geçitten karşıya yürürken yolun tam ortasında hareket eden bir bisküvi kutusu dikkatimi çekti, kutuya doğru koşup gelişine, karşıdaki hayali kalenin doksanına nişanlayarak Ercan Taner'in o muhteşem anlatımıyla vurdum. Ve fakat hafif ıslak kutu, bozuk zeminde havalanıp 1 metre önümde dağıldı. Gol kaçmıştı, ben yine sahanın azizliğine uğramıştım. Ama Hüseyin Hoca ile maceramız yeni başlıyordu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder